3 Ağustos 2014 Pazar

NE ZAMAN ANLAYACAĞIZ

                                               NE ZAMAN ANLAYACAĞIZ
                Çay demle geliyorum.
                Bir saat sonra tavşan kanı bir demlik çay, yanında fırından yeni çıkmış üstü pespembe kızaran ev yapımı nefis kurabiyeler ve beni merakla bekleyen, ses tonumdan neler olduğunu anlamaya çalışan, yılların eskitemediği hatta yıllar geçtikçe daha da çok kalbime kazıdığım, sevgili dostum, masa başında beni bekliyor.
                Hoş geldin.
                Hoş buldum.
                Gel otur. Bergamot kokulu çay ve sevdiğin kurabiyelerden yaptım sana.
                Biliyorum. Demlediğin çayın, yaptığın kurabiyelerin kokusuyla, kollarını açıp sevginle beni kucaklayacağını biliyorum.
                Nasılsın.
                Seninle bir saat konuşmasak olur mu?
                İkimizde sustuk. Başımızı döndüren bergamot kokulu çayla birlikte ağzımızda dağılan kurabiyeleri yerken sessizce doğayı izlemeye koyulduk. Ağustos böceklerinin haykırışlarını neler söylemek istediklerini, hafif esen rüzgarın tenimize dokunarak hangi çiçeğin kokusunu bize getirdiğini anlamaya çalışırken, birden;
                “Ne zaman anlayacağız” dedim arkadaşıma.
                 Bendeki buzların dağıldığını, gözlerimdeki hüznün yok olduğunu, demlediği çayın iyi geldiğini görünce, katmer ketmer açan pembe gülleri andıran gülen yüzüyle
                “Neyi”dedi.
                Ne zaman anlayacağız karşımızdaki insana duyduğumuz saygının hoşgörünün esas bizi yücelttiğini. İçimizde insani değerleri taşımadığımız zaman kalbimizin bomboş sadece kan pompalayan bir et parçası olduğunu. Özümüzde taşıdığımız insan olma onurunu hatırlamak ve ona değer vermek çok mu zor? Elbette zor. Çünkü yaşadığımız her toplumda bir değersizlik bir kadirbilmezlik bir haddini bilmezlik almış başını gidiyor. Başka insanları sömürerek, kullanarak kendini kanıtlamak, bir yerlere ulaşabilmek sonrada yaptığı hatalara kılıf uydurmak ne kadar doğallaştı hayatımızda. Emek dediğimiz o yüce çabaya çoğu zaman paranın değil de, saygıyla edilen bir içten teşekkürün, takdirin çok daha kıymetli bir karşılık olduğunu ne zaman anlayacağız.
“İnsanın içinde yaşadığı dünya maalesef kötüleşiyor. İnsanlar bu değerleri unutarak giderek zavallılaşıyor. Takma kafana” diyerek sanki bir köpük balonunun içindeymişim de dokununca patlayacak, söyleyeceklerimin duyamayacakmış gibi sessizce dinlemeye devam etti.
 Sessiz ve saygılı bir uslubun acizlik ve aptallık anlamına geldiğini yaşadıkça öreniyor insan. Öğrendikçe yaşadığımız güzel dünya yok olup gidiyor. Çünkü şartlar senide acımasız yapıyor. Halbuki sevgi ile yaşamak, saygılı davranmak, içtenlik ve dürüstlük, dünyamızı yaşanır hale getiren en önemli insani değerlerimizden değil mi?
Ah be arkadaşım, yine kendine haksızlık edip gereksiz yere üzülmüşsün. Sen değil misin, yaşamın ne kadar güzel olduğunu ve yaşadığımız her kötü şeyde güzeli görmemiz gerektiğini söyleyen.
Evet benim. Yoruluyorum. “Kibarlık”tan anlamıyorlar “kabalık”tan anlıyorlar. “Gül”den değil “diken”den anlıyorlar. Kendi dilleriyle konuşunca “ben bunu hak edecek ne yaptım” diye seni sorguluyorlar. Çok eskilerden bir hikaye var bilir misin? Bir adam varmış. Bütün bir hafta çalışmış. Yorgunluğunu atabilmek için pazar sabahı kalktığında dinlenmek için eline gazetesini almış ve evde oturacağını düşündüğü sırada oğlu koşarak yanına gelmiş. Baba oğluna bir hafta önceden sinemaya götüreceğine söz vermiş. Fakat baba hiç dışarı çıkmak istemediği için bir bahane uydurmuş. Gazetenin promasyon için dağıttığı dünya haritası ilişmiş gözüne. Önce haritayı parçalara ayırmış. Sonra oğluna eğer bu haritayı düzeltebilirse sinemaya götüreceğini söylemiş ve rahat bir nefes almış. Çünkü parçaları en ala coğrafya profösörü bile uğraşsa akşama kadar düzeltemeyeceğini düşünmüş. Aradan on dakika geçmeden oğlu babasının yanına koşarak gelmiş ve haritayı düzelttiğini söylemiş. Adam ilk önce inanmamış. Görmek istemiş. Hayretler içersinde bunu nasıl başardığını sormuş.
Çocuk “Bana verdiğin haritanın arkasında bir İNSAN vardı ,İNSAN’I DÜZELTTİĞİMDE DÜNYA KENDİLİĞİNDEN DÜZELDİ” demiş.
…………………………………………………………………………………………………………………………………………………………….
                                                     
                                                                    İZMİR İZMİR
                                                           Kent Kültürü ve Sanat Dergisi                                                                                                                          Bahriye İPLİKÇİ