NE
ZAMAN ANLAYACAĞIZ
Çay
demle geliyorum.
Bir
saat sonra tavşan kanı bir demlik çay, yanında fırından yeni çıkmış üstü
pespembe kızaran ev yapımı nefis kurabiyeler ve beni merakla bekleyen, ses tonumdan
neler olduğunu anlamaya çalışan, yılların eskitemediği hatta yıllar geçtikçe daha
da çok kalbime kazıdığım, sevgili dostum, masa başında beni bekliyor.
Hoş
geldin.
Hoş
buldum.
Gel
otur. Bergamot kokulu çay ve sevdiğin kurabiyelerden yaptım sana.
Biliyorum.
Demlediğin çayın, yaptığın kurabiyelerin kokusuyla, kollarını açıp sevginle
beni kucaklayacağını biliyorum.
Nasılsın.
Seninle
bir saat konuşmasak olur mu?
İkimizde
sustuk. Başımızı döndüren bergamot kokulu çayla birlikte ağzımızda dağılan
kurabiyeleri yerken sessizce doğayı izlemeye koyulduk. Ağustos böceklerinin
haykırışlarını neler söylemek istediklerini, hafif esen rüzgarın tenimize
dokunarak hangi çiçeğin kokusunu bize getirdiğini anlamaya çalışırken, birden;
“Ne
zaman anlayacağız” dedim arkadaşıma.
Bendeki buzların dağıldığını, gözlerimdeki
hüznün yok olduğunu, demlediği çayın iyi geldiğini görünce, katmer ketmer açan
pembe gülleri andıran gülen yüzüyle
“Neyi”dedi.
Ne
zaman anlayacağız karşımızdaki insana duyduğumuz saygının hoşgörünün esas bizi
yücelttiğini. İçimizde insani değerleri taşımadığımız zaman kalbimizin bomboş
sadece kan pompalayan bir et parçası olduğunu. Özümüzde taşıdığımız insan olma
onurunu hatırlamak ve ona değer vermek çok mu zor? Elbette zor. Çünkü
yaşadığımız her toplumda bir değersizlik bir kadirbilmezlik bir haddini
bilmezlik almış başını gidiyor. Başka insanları sömürerek, kullanarak kendini
kanıtlamak, bir yerlere ulaşabilmek sonrada yaptığı hatalara kılıf uydurmak ne
kadar doğallaştı hayatımızda. Emek dediğimiz o yüce çabaya çoğu zaman paranın
değil de, saygıyla edilen bir içten teşekkürün, takdirin çok daha kıymetli bir
karşılık olduğunu ne zaman anlayacağız.
“İnsanın içinde yaşadığı dünya maalesef
kötüleşiyor. İnsanlar bu değerleri unutarak giderek zavallılaşıyor. Takma
kafana” diyerek sanki bir köpük balonunun içindeymişim de dokununca patlayacak,
söyleyeceklerimin duyamayacakmış gibi sessizce dinlemeye devam etti.
Sessiz ve saygılı bir uslubun acizlik ve
aptallık anlamına geldiğini yaşadıkça öreniyor insan. Öğrendikçe yaşadığımız
güzel dünya yok olup gidiyor. Çünkü şartlar senide acımasız yapıyor. Halbuki
sevgi ile yaşamak, saygılı davranmak, içtenlik ve dürüstlük, dünyamızı yaşanır
hale getiren en önemli insani değerlerimizden değil mi?
Ah be arkadaşım, yine kendine
haksızlık edip gereksiz yere üzülmüşsün. Sen değil misin, yaşamın ne kadar
güzel olduğunu ve yaşadığımız her kötü şeyde güzeli görmemiz gerektiğini söyleyen.
Evet benim. Yoruluyorum. “Kibarlık”tan
anlamıyorlar “kabalık”tan anlıyorlar. “Gül”den değil “diken”den anlıyorlar.
Kendi dilleriyle konuşunca “ben bunu hak edecek ne yaptım” diye seni
sorguluyorlar. Çok eskilerden bir hikaye var bilir misin? Bir adam varmış. Bütün bir hafta
çalışmış. Yorgunluğunu atabilmek için pazar sabahı kalktığında dinlenmek için
eline gazetesini almış ve evde oturacağını düşündüğü sırada oğlu koşarak yanına
gelmiş. Baba oğluna bir hafta önceden sinemaya götüreceğine söz vermiş. Fakat
baba hiç dışarı çıkmak istemediği için bir bahane uydurmuş. Gazetenin promasyon
için dağıttığı dünya haritası ilişmiş gözüne. Önce haritayı parçalara ayırmış.
Sonra oğluna eğer bu haritayı düzeltebilirse sinemaya götüreceğini söylemiş ve
rahat bir nefes almış. Çünkü parçaları en ala coğrafya profösörü bile uğraşsa
akşama kadar düzeltemeyeceğini düşünmüş. Aradan on dakika geçmeden oğlu
babasının yanına koşarak gelmiş ve haritayı düzelttiğini söylemiş. Adam ilk
önce inanmamış. Görmek istemiş. Hayretler içersinde bunu nasıl başardığını
sormuş.
Çocuk “Bana verdiğin haritanın
arkasında bir İNSAN vardı ,İNSAN’I DÜZELTTİĞİMDE DÜNYA KENDİLİĞİNDEN DÜZELDİ”
demiş.
…………………………………………………………………………………………………………………………………………………………….
İZMİR İZMİR
Kent Kültürü ve Sanat Dergisi Bahriye İPLİKÇİ
İZMİR İZMİR
Kent Kültürü ve Sanat Dergisi Bahriye İPLİKÇİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder