23 Kasım 2015 Pazartesi

URLA EGE'NİN EN ESKİ YERLEŞİM MERKEZİ


  

                                                              URLA
                               EGE’NİN EN ESKİ YERLEŞİM MERKEZİ
                               Urla’ya yolunuz düştüğünde,  sahilde oturup gözlerinizi usulca kapayın ve denizden esen tatlı rüzgarın sizi alıp günümüzden sekiz bin yıl öncesine götürdüğünü hayal edin. Neden mi sekiz bin yıl öncesine gitmenizi istiyorum. Çünkü, şu anda dünyanın en eski limanında, Türkiye’nin en eski zeytinyağı üretim merkezinde ve Ege’de en eski yerleşim merkezi olduğunu kanıtlayan önemli iki antik yerleşimin olduğu yerdesiniz. Bu ayrıcalığın tadını çıkarın, çünkü Urla’dasınız.
                               Tarih boyunca kıyıya vuran dalgaları, zeytin ağaçlarının rüzgârla dans eden yapraklarını, arkeologların bulguları sonucu bizlere ulaştırdığı bilgileri, yazarların öykülerini, ozanların şiirlerini, gözleriniz kapalı şöyle bir geçirin zihninizden.
                               12 İon kentinden birindesiniz,  Limantepe Höyüğü ve Klazomenai’de...Doğa düşünürü Anagsogoras’ın akıl ile pozitif düşünce yolunu açıklarken baktığı gökyüzünün altında,4500 yıl önce kurulan bir şehirde ve 2500 yıl öncesinden bu yana giderek daha çok önemsediğimiz zeytinyağının sıkıldığı antik işliktesiniz. Buram buram tarihin ve lezzetin sizi sarıp sarmaladığını hissediyor musunuz? Dalgalar eşliğinde Tanju Okan’dan bir şarkı, lezzet  avcılarının tadını anlata anlata bitiremediği nefis yemekler, Necati Cumalı’nın Tütün Zamanı (Zeliş)romanındaki baş döndüren aşk, denizin taşıdığı serin akşam rüzgarında kendinizi  görkemli bir tarihe sahip  küçük bir kent  ile iç içesiniz…Mutlusunuz değil mi? Çünkü Urla’dasınız.
                                                                                                             Bahriye İplikçi
                              

17 Ocak 2015 Cumartesi

KAYBETMEK (III)


                      KATBETMEK(III)
Gözlerim uzaklarda sadece bakıyorum
Yaprakların rüzgarla birleşip çıkardığı ses beni neşelendiremiyor bugün.
Bulutlar gökyüzünde şekilden şekile girse de mutlu edemiyor.
Onlar da biliyor, hayat üzerime öyle kabus gibi çöktü ki,
Mutlu olsam ne olmasam ne, anlamı yok.
Elimi uzatıp çiçeklere su versem,
Yaşasalar ya da ölseler ne olur.
Kapıyı açıp içeri girsem,
Özlediğimi düşündüğüm eşyalarımın,
Bana hoş geldin demelerinin anlamı yok.
Bana bakan gülen fotoğrafının etrafına,
Cebinden çıkan o çok sevdiğin palamutları koymuşum
Sana ve palamutlara,
Sesimi duyuyor musunuz diye bağırsam.
Karanlıkta çakan şimşeklerin,
Kulağımdaki uğultuların,
Korkunç haykırışlarımın,
Sebebini anlatsam ne fayda,anlamı yok.
Yalnızlığımın içinde olmasını istediğim tek ses senin sesin.
Koklamak istediğimsin
Hissettiğim tek nefessin
Fakat biliyorum ki artık yoksun.
Kolumdun,kanadımdın,canımdın.
Seni kaybettikten sonrada yaşıyorum,
Boğazımı düğümleyen bu acının tarifi yok.
                             BAHRİYE İPLİKÇİ.