21 Temmuz 2020 Salı

LİKÖRÜN RAHİYASI


                                                               







                                                          LİKÖRÜN RAHİYASI
      
       Geçmişin izlerini taşıyan oymalı ceviz büfenin içindeki tozlu kadehlere ilişti gözüm. Yıllar önce parmakların arasında neşe içinde sohbete eşlik eden sanki onlar değil zamana yenik düşen tüm güzel şeyler gibi yıpranmış duruyorlardı orada. Likörlerin kendine has rahiyası ve kadehlerin seksen yıllık anıları çıkageldi aile yadigarı büfeden.
       Bir bayrama daha tatlı bir isim verilemeyeceğini düşündüğüm Şeker Bayramı’nda (eminim bu adı ramazan bayramına çocuklar vermiştir) kahvenin yanında sunulan likörün, içinde alkol olduğu için tadına bile bakamayışımın isyanı. Minik sevimli kadehlerde sunulan meyve özlerinin hapsolduğu likör büyüklerin yapacağı sohbete katılma aracıydı benim için. Aileyi konu komşuyu bir araya getiren kahvenin yanında, içenleri sarhoş etmek değil zamanın keyfini yaşatmaktı likörün görevi aslında.
        Babamın çok sevdiği halde koket içeceği diyerek içmeme izin vermemesinin nedeni batılı hayata özenen şehirlilerin oluşturduğu gelenek olarak görmesiydi. Fakat kendi kendine çelişip yenik düşmüştü bu lezzete. Bana aldığı ilk çeyizin ne olduğunu söylememe bile gerek yok.
         Anlattığı bir likör hikayesi var ki tutkumu daha da kamçılamış, gülmekten kendimi alıkoyamamıştım. Bir gün Ankara’ya çiftçilerin katılacağı toplantıya gitmişti. Sonra toplantıya katılanlarla birlikte kahve içmek için bir yere oturmuşlar. Nane likörü ve çikolata eşliğinde gelmiş kahveler. Az ama ferahlatıcı içeceğin, toplantının bunaltıcı havasından kurtarıp yorgunluğunu alacağını bildiği için çok sevinmiş likörü görünce. Derken sohbet sırasında gözü esmer, babayiğit, adını bilmediği adama takılmış. Adam ne olduğunu bilmediği anlaşılan likörü avucunun içine dökmüş bir güzel ovalaya ovalaya yüzüne sürmüş. Babam adam utanmasın diye mi! yoksa gördüğüne üzüldüğü için mi! kendisinin de ayırt edemediği bir duyguyla içememiş o çok sevdiği nane likörünü. Anlattığına göre kolonya sanmış galiba. Hadi gel de gülme.
         On yedili yaşlarda evlenen anneme ne demeli. Çalıştığı fabrikada fazla mesai yaparak, yeni yeni içmekten keyif aldığı likör kadehlerini almak için yaşamından bir bölüm harcamış. İç geçirerek söylemişti bunu. Fakat onları almak için çok çalışmak zorunda kaldığından dolayı değil, küçük tombul sürahiden akan nane likörünün yeşili kadehin üstündeki kesme yapraklara yüklediği anlam ve anıların zaman içinde yitip gitmesiydi ona iç geçirten.  Öyle ki onunla birlikte içen ne dostları vardı hayatta ne de likör eşliğinde yapılan sohbetlerin tadı.
        Büfenin tozlu raflarından, bu defa Şen Teyze çıkageldi, pamuk saçları ve karanfil kokan teniyle. Şimdi seksenli yaşlarda Şen Teyzem. Eski konakları apartman furyasına yenik düşüp de yıkılınca Ana-Ata yadigarı antika eşyalarıyla 10 yıldır oturduğu şimdiki evinde, karşılıklı yudumladık kahvelerimizi ve likör tadındaki sohbetimizi.
        İkramların sanat eseri kadehlerle aydınlık, içten gülüşlerle yapıldığı o günleri konuştuk. Anılarla dolu o evde likörün anlamı kadehlere gösterilen özenden belli oluyordu. Öyle güzeller ki. Çeyizinden Türk el işçiliği olan gümüş kadehler ile kendisine hediye edilmiş Fransız işi el boyaması cam kadehler geçmişte yaşanan güzelliklerin bir kanıtı. O zarif kadehlerdeki likörü misafirlerine sunarken cam takımın bir kadehi düşüp kırılıvermişti, “İşte! diyordu; misafirin, sevdiklerin geldi diye, heyecanlanıp sevinmek çok güzel ama dikkati de elden bırakmamak lazım, “ayol, döküldü, dökülecek “ derken biri gidiverdi; sonra da en önemli cümleyi ekledi; “ üzülmüştüm o zaman çünkü hediyeydi, bu çok sevdiğim takım, bir kat daha kıymetliydi o yüzden, fakat şimdi diyorum ki; insanlar, gönüller, dostluklar kırılmasın yeter.” Zaten bozulan takımı yenilemek istese neredeydi o eski özen.
          Çocukluğumun sosyete içeceğini 1988’de kahvenin yanında likör vermesiyle ünlenen mekanda doya doya içişimi nasıl da havalı bir fotoğrafla belgelemişim. O zamanlar 1930’da Türkiyede yapımı başlayan daha öncesinde de Fransa’dan ithal ettiğimiz likörleri artık kendim yapıyorum. Büfeden fırlayıp gelen anılardan, babamın batıya özenti dediği bu içeceğin kültürler arasında ılımlı etkileşimi sağladığından yoksa insanları birleştirici, sohbetleri iyileştirici güce sahip olduğundan mı seviyorum bilmiyorum. Bildiğim şey küçüklüğümden beri rahiyasına ve tadına doyamadığım için seviyor olmam.
                                                                                        Bahriye İplikçi