24 Ekim 2020 Cumartesi

RADİKA VE RADİKA ZANNETTİĞİMİZ OTLAR





  



                                             RADİKA VE RADİKAYA BENZEYEN OTLAR
         
         Radika mavi çiçekleri ile doğanın nazar boncuğu. Urla’nın namı değer acımığı, Ege’nin hindibağ’ı. Kırmızı dalları, yemyeşil yaprakları ile iştah açıcı. İnsanı şaşırtan, kendine hayran bırakan, lezzeti ve çeşitleriyle, doğanın bize sunduğu sağlık kaynağı bir ot. Karahindiba, çobançantası, ımık, pirinçlik, düğmelik radika zannettiğimiz otlardan bir kaçı.
         Hepsi birbirinden güzel ve faydalı. Yapraklarından köküne, çiçeğinden sapına kadar adeta şifa vermek için yaratılmışlar. Tohumdan üreyen radika ve radika zannettiğimiz bu otlar bizi çocukluğumuza da götürürler. Çiçeklenme zamanı geçince, sihirli bir peri değneğine dönüşen, beyaz tüy yumağı, en ufak bir darbede ana gövdeden kopup uçuşurlar. Bembeyaz tüyler havada dans ederken biz de bir üfürüşte dileklerimizin evrene dağılıp gerçekleşeceğine inanırız. Hem ruhen hem bedenen bize iyi gelen bu otları tanımak için 21 Mart 2020/Mart Dokuzu Urla Ot Bayramını kaçırmayın derim.
                                                          Annemin Ot Sepeti/Bahriye İplikçi


18 Ekim 2020 Pazar

SAVAŞTA AŞK

 






 SAVAŞTA AŞK

       Huzur bulduğu yeşil gözlerine, duru yüzüne ve beline düşen pelik pelik saçlarının güzelliğine hayrandı Recep. En çok ta utangaç masum tavırlarına vurulmuştu. Ama korkak halleri endişelendiriyordu onu. Bir insanın gözü önünde babasını yanarak izlemesi kolay değildi. Köylerini yangından kurtarmak için dört kişiden birisiydi Safiye’nin babası. Düşman dördünü de köylünün gözü önünde ateşe atıp yakmıştı.

     Safiye çırpınarak yanan babasını, bu acıya dayanamayıp ölen annesinin kadife gibi güzel yüzünü unutamıyordu. Çok acı çekmiş, yapayalnız ve sahipsiz kalmıştı. Her şeyden ve herkesten korkuyordu. Kendini çocukluk arkadaşının desteği ile toparlamış, onun ilgisi ve sevgisiyle ayakta kalma mücadelesi vermişti. Bu ilgi onu hayata bağlamış zaman geçtikçe o da gönlünü Recep’e kaptırmıştı. Onu çok seven, sahip çıkan bir sevdiceği vardı. Mutlu muydu? Mutlu mu görünmek istiyordu bilmiyordu. Ama evlilik kararını aldıktan sonra kötü günlerin geride kalacağına inanıyordu.  Nede olsa Recep ile evlenecek bundan sonra yalnız yaşamayacaktı. Bunları düşünürken bir taraftan da ak yazmaları birleştirerek marifetli elleriyle gelinlik dikiyordu kendine. Hayallerindeki gelinlik gibi değildi belki ama mutluluğu için yeterliydi. Bu acıların içinde evlenmek doğru muydu? Tam da düşmanın kudurduğu dönemde memleketi işgal altındayken… Ama hayat devam ediyordu ve sığınması gereken bir limana ihtiyacı vardı. İşte o liman sevdiceğiydi.

     Kapı açıldı ve geniş omuzlu, uzun boylu Recep yüzünde tatlı bir gülümseme ile içeri girdi.

    “Korkuttun beni!” Dedi Safiye, neşeli ama çekingen bir eda ile elinde süslemelerini bitirmeye çalıştığı gelinliğini ivedilikle dürüp kaldırdı.

      Recep’in gözünden kaçmamıştı bu, ama sevdiceğini utandırmamak için sadece “Bitti mi?” diye sordu. Başını utangaç bir şekilde sağa sola sallayarak: 

      “Hayır, ama çok az bir işi kaldı” dedi.

     “ Zararı yok daha bir hafta var nasıl olsa.”

     “ Bir hafta mı?” Diyerek heyecanlanan Safiye’nin yanakları al al oldu.

      Ellerini avucunun içine alıp “Telaş etme annemler her şeyi hazırladı. Küçük evimizde sadece sana ihtiyaç kaldı güzel gözlüm”.

       Bu söz karşısında gözyaşlarını tutamadı Safiye. Annesi ve babası hayatta olsaydı keşke. Yaptığı hatayı anlamıştı Recep onu kollarının arasına aldı.

      “Üzülme bundan sonra birlikte olacağız. Unutturacağım sana o kederli günleri.”

       Köyün meydanında hazırlıklar başlamış, çınarın gölgesine sandalyeler, masalar yerleştirilmişti. Birkaç saat sonra eğlence başlayacaktı. Mutluluğunu paylaşmak isteyen arkadaşları, akrabaları birer birer geliyordu düğün alanına. Köyün delikanlıları küçük bir orkestra kurmuşlar, savaşın kendilerinde bıraktığı izleri atmak istercesine neşeli müzik havaları çalıyorlardı. Safiye sevgi çemberinin içinde mutluluktan ağlasın mı, gülsün mü, eğlensin mi bilemedi. Recep ile birlikte karşılıklı oynarken duru güzel yüzü gülücükler saçıyordu etrafa. Herkes eğleniyor, gülüyor, oyunlar oynayıp halay çekiyorlardı. Köyün küçük çocukları da eşlik ediyordu bu mutluluğa. Büyüklerini taklit ediyorlar popolarını bir oyana bir buyana kıvırıp kahkahalarla gülüyorlardı.

      Köylülerin en yaşlısı:

     “Çok geç oldu Türk bayrağını hazırlayın” dedi.

      Türk geleneği gereğince gerdek gecesine Türk bayrağı altında yürüyerek girmek adettendi. Fakat memleketin işgal altında olduğu bu dönemde onları izleyen Yunan askerleri bunu fark etti ve havaya ateş açarak küfür edip, ellerini kollarını kızgınlıkla sağa sola savurarak:

     “Burası bizim yönetimimizde Türk Bayrağı çekemezsiniz, gelin ve damat ancak yunan bayrağı ile yürüyüp evlerine gidebilir” diye bağırıyorlardı.

         Kalabalık birden durdu. Herkes buz kesmişti. Kendi vatanlarında gördüğü muamele karşısında ne yapacaklarını bilemediler. Araya yerli Rumlar girse de ikna edemedi işgalcileri.

         Safiye’nin duru gül yüzü soldu, tir tir titriyordu ama onun kaderi annesi ve babası gibi olmayacaktı. Birden haykırmaya başladı:                                

        “Bu vatan bizim bu topraklar bu dünya hepimizin. Ben anamı babamı kaybettim. Siz belki eşini, kardeşini, anneni tüm sevdiklerini kaybettiniz. Ne uğruna. Yıllardır kardeşçe yaşadık. Ne oldu şimdi ne oldu bize?”

        Ak yazmadan diktiği gelinliğin eteğini yırtarak işgalcilere uzattı. İşgalciler bu kükreyen küçük dev kadına şaşkın şaşkın bakarak gözlerinde nefret yerine sevgi dolu ve birleştirici bakışlardan ne demek istediğini anlamışlardı. Bayrak yerine ak yazmayı alıp sopaya bağlayarak kalabalığa yolu işaret ettiler..

       Köylünün içini titreten haksızlık yerini düşünceli bir sükunete bıraktı. Dağlardan gelen keçilerin çan sesleri, o muhteşem yabani çiçeklerin kokusu eşliğinde beyaz bir bayrakla herkes evlerine dağıldı.

                                                                                                    BAHRİYE İPLİKÇİ

      

Not: Kurtuluş Savaşı’nda yaşanan iki gerçek olay üzerine kurgulayarak yazdığım hikaye Savaşta