Huzur bulduğu yeşil gözlerine, duru yüzüne ve beline düşen pelik pelik saçlarının güzelliğine hayrandı Recep. En çok ta utangaç masum tavırlarına vurulmuştu. Ama korkak halleri endişelendiriyordu onu. Bir insanın gözü önünde babasını yanarak izlemesi kolay değildi. Köylerini yangından kurtarmak için dört kişiden birisiydi Safiye’nin babası. Düşman dördünü de köylünün gözü önünde ateşe atıp yakmıştı.
Safiye çırpınarak
yanan babasını, bu acıya dayanamayıp ölen annesinin kadife gibi güzel yüzünü
unutamıyordu. Çok acı çekmiş, yapayalnız ve sahipsiz kalmıştı. Her şeyden ve
herkesten korkuyordu. Kendini çocukluk arkadaşının desteği ile toparlamış, onun
ilgisi ve sevgisiyle ayakta kalma mücadelesi vermişti. Bu ilgi onu hayata
bağlamış zaman geçtikçe o da gönlünü Recep’e kaptırmıştı. Onu çok seven, sahip
çıkan bir sevdiceği vardı. Mutlu muydu? Mutlu mu görünmek istiyordu bilmiyordu.
Ama evlilik kararını aldıktan sonra kötü günlerin geride kalacağına
inanıyordu. Nede olsa Recep ile
evlenecek bundan sonra yalnız yaşamayacaktı. Bunları düşünürken bir taraftan da ak yazmaları birleştirerek marifetli elleriyle gelinlik dikiyordu kendine.
Hayallerindeki gelinlik gibi değildi belki ama mutluluğu için yeterliydi. Bu
acıların içinde evlenmek doğru muydu? Tam da düşmanın kudurduğu dönemde
memleketi işgal altındayken… Ama hayat devam ediyordu ve sığınması gereken bir
limana ihtiyacı vardı. İşte o liman sevdiceğiydi.
Kapı açıldı ve
geniş omuzlu, uzun boylu Recep yüzünde tatlı bir gülümseme ile içeri girdi.
“Korkuttun beni!”
Dedi Safiye, neşeli ama çekingen bir eda ile elinde süslemelerini bitirmeye
çalıştığı gelinliğini ivedilikle dürüp kaldırdı.
Recep’in
gözünden kaçmamıştı bu, ama sevdiceğini utandırmamak için sadece “Bitti mi?”
diye sordu. Başını utangaç bir şekilde sağa sola sallayarak:
“Hayır, ama çok
az bir işi kaldı” dedi.
“ Zararı yok daha
bir hafta var nasıl olsa.”
“ Bir hafta mı?”
Diyerek heyecanlanan Safiye’nin yanakları al al oldu.
Ellerini
avucunun içine alıp “Telaş etme annemler her şeyi hazırladı. Küçük evimizde
sadece sana ihtiyaç kaldı güzel gözlüm”.
Bu söz
karşısında gözyaşlarını tutamadı Safiye. Annesi ve babası hayatta olsaydı
keşke. Yaptığı hatayı anlamıştı Recep onu kollarının arasına aldı.
“Üzülme bundan
sonra birlikte olacağız. Unutturacağım sana o kederli günleri.”
Köyün meydanında hazırlıklar başlamış,
çınarın gölgesine sandalyeler, masalar yerleştirilmişti. Birkaç saat sonra
eğlence başlayacaktı. Mutluluğunu paylaşmak isteyen arkadaşları, akrabaları
birer birer geliyordu düğün alanına. Köyün delikanlıları küçük bir orkestra
kurmuşlar, savaşın kendilerinde bıraktığı izleri atmak istercesine neşeli müzik
havaları çalıyorlardı. Safiye sevgi çemberinin içinde mutluluktan ağlasın mı,
gülsün mü, eğlensin mi bilemedi. Recep ile birlikte karşılıklı oynarken duru
güzel yüzü gülücükler saçıyordu etrafa. Herkes eğleniyor, gülüyor, oyunlar
oynayıp halay çekiyorlardı. Köyün küçük çocukları da eşlik ediyordu bu
mutluluğa. Büyüklerini taklit ediyorlar popolarını bir oyana bir buyana kıvırıp
kahkahalarla gülüyorlardı.
Köylülerin en
yaşlısı:
“Çok geç oldu
Türk bayrağını hazırlayın” dedi.
Türk geleneği
gereğince gerdek gecesine Türk bayrağı altında yürüyerek girmek adettendi.
Fakat memleketin işgal altında olduğu bu dönemde onları izleyen Yunan askerleri
bunu fark etti ve havaya ateş açarak küfür edip, ellerini kollarını kızgınlıkla
sağa sola savurarak:
“Burası bizim
yönetimimizde Türk Bayrağı çekemezsiniz, gelin ve damat ancak yunan bayrağı ile
yürüyüp evlerine gidebilir” diye bağırıyorlardı.
Kalabalık
birden durdu. Herkes buz kesmişti. Kendi vatanlarında gördüğü muamele
karşısında ne yapacaklarını bilemediler. Araya yerli Rumlar girse de ikna
edemedi işgalcileri.
Safiye’nin
duru gül yüzü soldu, tir tir titriyordu ama onun kaderi annesi ve babası gibi
olmayacaktı. Birden haykırmaya başladı:
“Bu vatan
bizim bu topraklar bu dünya hepimizin. Ben anamı babamı kaybettim. Siz belki
eşini, kardeşini, anneni tüm sevdiklerini kaybettiniz. Ne uğruna. Yıllardır kardeşçe
yaşadık. Ne oldu şimdi ne oldu bize?”
Ak yazmadan
diktiği gelinliğin eteğini yırtarak işgalcilere uzattı. İşgalciler bu kükreyen
küçük dev kadına şaşkın şaşkın bakarak gözlerinde nefret yerine sevgi dolu ve
birleştirici bakışlardan ne demek istediğini anlamışlardı. Bayrak yerine ak yazmayı alıp sopaya bağlayarak kalabalığa yolu işaret ettiler..
Köylünün içini
titreten haksızlık yerini düşünceli bir sükunete bıraktı. Dağlardan gelen
keçilerin çan sesleri, o muhteşem yabani çiçeklerin kokusu eşliğinde beyaz bir
bayrakla herkes evlerine dağıldı.
BAHRİYE İPLİKÇİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder