Lastik ayakkabılarının ayağını
vurmasına hiç aldırmadan her sabah mahalle çeşmesinden su doldurmaya giderdi.
Sonra eve gelir annesine yardım etmenin sevinci ile mutlu olurdu. Evleri
topraktan, vakit buldukça oyun oynadığı oyuncakları kendi elleri ile yaptığı
çamurdandı. Her istediğini alamazdı. Ama yine de o kocaman kara gözleri mutlu
ve umut doluydu. En çok ta komşularıyla sobanın etrafında toplanıp anlatılan
hikayeleri dinleyerek hayaller kurup, o hayallerin içinde kaybolmayı severdi.
Sonra büyüdü. Büyüdükçe her şey
değişti. Çocukluğundaki çamur oyuncaklarının yerini plastik oyuncaklar, sobanın
yerini doğal gazlar, çay sohbetlerinin yerini televizyonlar almıştı.
Komşuları ile geçirdiği zamanın
yerini ise yalnızlık.
yerini ise yalnızlık.
Yalnızlaştıkça bencilleşti. Bencilleştikçe
her şeye sahip olmak istedi. Sahip oldukça hırslandı. Hırslandıkça öfkelendi.
Yaktı, yıktı, kesti, esti, yağdı, gürledi. Kendini tanıyamaz, isteklerinin
önüne geçemez oldu. Dur demenin vakti gelmişti. Ama ne yazık ki geriye dönüp
yaptıklarına bakınca o artık VİJDAN, AHLAK, SEVGİ ve MUTLULUK fakiri idi.
Aslında, o, çocukluğundaki
fakirliği ne çok özlemişti.
Bahriye İplikçi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder