Res:Namık İsmail/Vatan Emrederse
KADER ANI
Mayıs...
Yaşı küçük
olmasına rağmen neler olup bittiğinin farkındaydı ama kurtuluşun başlangıç ayı
olduğunu bilemezdi. Minik bedeniyle, gizlendiği çalıların altında elinde
sımsıkı tuttuğu torbasıyla öylece bekliyordu. Korkuyordu. Korkuyor muydu?
Hayır, hayır korkmuyordu. O, babasının dediği gibi yiğit bir delikanlıydı. Sıkı
sıkıya sarıldı yine torbaya. Akşam oluyordu. Babası henüz dönmemişti. Fişek
gibi şahlanan atla birlikte üç kız kardeşini emin bir yere bırakıp onu da almak
için gelecekti. Bekliyordu, yiğit bir delikanlıydı o…
Şöyle bir
etrafına baktı. Baharı müjdeleyen, yediveren güller, gelincikler, ağaçlar, bin
bir renkli çiçekler… Gözlerini kapatıp kokularını içine çekecekti ki,
ciğerlerini yakan keskin bir yanık kokusuyla telaşla gözlerini açtı. Ülkesinin işgal altında olduğunu anımsadı.
Çok önemli görevi vardı. Babasını beklemeliydi. Uzaktan nal sesleri duyulmaya
başladı. Dönüp baktı, üç atlı yaklaşıyordu ona doğru. Torbayı aceleyle
çalıların altına fırlattı. Yanına yaklaşan atlılar aralarında onun anlamadığı
bir dille konuşurken birden:
“Adın ne” dedi atlılardan biri.
Bir anda
ürperdi, ürkekleşti sesini çıkarmadı. Sadece heyecandan çanak gibi açılmış ela
gözlerini onlara dikmiş bakıyordu.
Birisi, bu ela
gözlerden bitlenmeye karşı önlem almak için kazınmış, bir tel saç kalmayan
dazlak kafasının tüm yüz hatlarını ve teninin beyazlığının ortaya çıkarmasından
dolayı kendilerine benzetmiş olacak ki “Sanırım bizden korktun, ailen buralarda
mı? Seni alacaklar mı?” diye sordu.
Ürkekliğini
üzerinden atıp karşılarında dimdik durdu. Yine sesini çıkarmadı. Sadece kafasını
salladı.
“Gidelim,
çocuk sağlıklı ve güvende” dedi diğeri.
“Güvende mi”
diye tekrar etti arkalarından bakarak. Nefretle “İşgalciler, evet güvendeyim,
öldüremediniz, gebermedim, gebertemediniz” dedi içten içe ağlamaklı ve sinirli.
Biraz sakinleşip şaşkınlığını da üzerinden attıktan sonra kendi kendine belli
belirsiz yaşlı gözleriyle gülümsedi. Gülümsemesi uzun sürmedi. Babası ve
ablaları geldi aklına. Onlar, onlar güvende miydi?
Köyünün
yamaçlarını duman bulutları sarmıştı. Alaca karanlıkta bile görülüyordu.
Yanıyordu köyü, vatanı. Öf! Ne zaman
gelecekti babası. Herkes köyü terk etmişti. Daha doğrusu terk etmek zorunda
bırakılmıştı. Zaten biraz önce işgalcilerin elinden bu yüzden kurtulmuştu. Köyü
boşalttıklarına öylesine emindiler ki. Onun bir Türk çocuğu olabileceğini
düşünmemişlerdi.
Hava iyiden
iyiye kararmış, soğumaya başlamıştı. Aklına birden çalıların arasına fırlattığı
torbası geldi. El yordamıyla torbayı bulmaya çalıştı. Hışırtısını duyar duymaz
küçücük elleriyle kavrayıp göğsüne bastırdı. Koklayarak: “Anam, Babam, Vatanım”
diyerek sarıldı. Ne çok ayaz vardı bu akşam. Isınmak için büzülerek dizlerini
göğsüne çekti. Bahar güneşinin ısıttığı gündüz, yerini soğuk bir geceye
bırakmıştı. Öyle üşüdü ki, kendisine emanet edilen torbayı açarak, ablalarının
gizli gizli diktiği ay yıldızlı al bayraklardan birini torbadan çıkarıp boynuna
sardı.
Bir an
duraksadı:
“Ne yapıyorum
ben” dedi. Sonra gurur duydu. Eğer ölürse kefeni olurdu. “Anam, Babam, Vatanım”
diyerek kendini daha sıkı sardı bayrağa. Ayazdan titreyen vücudu biraz olsun
ısınmaya başladı.
Karnının
gurultusu rüzgarın sesini bastırıyordu. Bu ses karnından gelen ses mi, rüzgarın
sesi miydi? Kulak kabarttı, yoksa yoksa gelen mi vardı. Aklına sabahki askerler
geldi. Tam kalkıyordu, bakmaya bile fırsat bulamadan biri omuzlarından tutup
kucakladı, terden sırılsıklam olan atın üstüne çiviler gibi oturttu onu.
“Sıkı
tutun” dedi tanıdık bir ses... Babasıydı. Kalbi dışarı fırlarcasına atıyordu.
Dörtnala koşan atın sırtında dur diye bağırdı. “ Bana emanet ettiğiniz bayraklardan
biri omuzlarımda sarılı, uçacak, savruluyor, dalgalanıyor” dedi.
Babası “ Duramam,
yetişmeliyiz bırak dalgalansın şanlı bayrağımız. Kurtuluşumuz, Milli
Mücadelemiz şimdi başlıyor, benim yiğit delikanlım” diyerek atı dörtnala zafere
doğru koşturuyordu.
Bahriye İplikçi
NOT: Hikaye de
anlatılan küçük çocuğun askerler tarafından görülüp öldürülmemesi ve kendilerinden
biri zannedilmesi Recep Özakhisar’ın Kurtuluş Savaşında altı yaşlarında
yaşadığı ve etkisinden kurtulamayıp ölünceye kadar torunu Bahriye İplikçi’ye anlattığı
bir olaydır. Hikaye’nin devamında gelen olaylar kurgudur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder