14 Ağustos 2013 Çarşamba




URLA’M                                                                                                        
Sabah erkenden neşe içinde yola çıkıyoruz. Virajlı yollardan kıvrıla kıvrıla biraz korkarak, biraz heyecanlanarak denize kuş bakışı, Strabon‘un “tanrı yarattığı kulun uzun ömürlü olmasını isterse; Datça yarımadasına bırakır.” dediği yere doğru ilerliyoruz. Sakar geçidindeyiz:  Aman tanrım. Rakım 670 m. Aşağıya bakmaya çekiniyoruz. Ama o güzel manzaraya bakmaktan da kendimizi alamıyoruz. Altı saatlik bir yolculuktan sonra eski Datça ‘ya varıyoruz.  Ayırtmış olduğumuz pansiyon badem ağaçları içinde doğa harikası bir yer. Biraz dinlendikten sonra keşfe çıkıyoruz. Çok güzel bir köy kahvesi karşılıyor bizi. İçinde güler yüzlü, sıcacık yürekli insanlar. Can Yücel’in oturup sohbet ettiği yarım kalmış şarabını hala ağırladığı, onun anılarıyla yaşayan ve misafirleri ile bu anıları paylaşan sıcacık bir kahve burası. Aynı sıcaklığı ve güzelliği çevreyi gezdikten sonra da hissediyoruz. Taş döşeli sokakları ve seni gördüğünde hoş geldin dercesine merhaba diyen insanları. Can Yücel’in burada yaşamak istemesine şaşmamalı. Daha sonra büyük bir sabırsızlıkla yeni Datça’nın yolunu tutuyoruz. Fakat bende ve kızımda öyle bir hayal kırıklığı yaratıyor ki eski Datça’ya dönme arzusu doğuyor bizde. Ertesi gün Palamut Bük’üne, Hayıt Bük’üne ve Knidos’a buram buram tarih ve kültür kokan şehre gidiyoruz. Efes’ten sonra ikinci kültür kenti. O kadar bakımlı olmasa da büyük bir şehir olduğunu iki tiyatroya sahip oluşundan anlıyorsunuz. Dönüşte Palamut Bük’ü ve Hayıt Bük’üne uğruyoruz. Yüksekten o kadar güzel görünen bu doğanın içine girince çevre ve gürültü kirliliğinden başka bir yer olmadığını görüyoruz. Fotoğraf çekmek istiyorsunuz, şemsiyelerden ve şezlonglardan izin alıp öyle çekmeniz gerekiyor. Denize gireceksiniz ancak bu seferde yatlardan izin almalısınız. Bir daha anlıyorum ki nüfusun kalabalıklaşmasıyla maalesef doğanın güzelliği yok oluyor ve galiba buna da turizm deniyor. Turizm bacasız fabrika olabilir ama, doğanın güzelliğini, kültürel değerlerimizi tahrip edecek bir unsur olmamalıdır. Buna izin verilmemelidir. Zengin olma umuduyla hırs yapan insanların her yerde otel ya da restoran açılmasının yanlış olduğunun farkına varılmalıdır. Datça’nın bu talihsiz durumlarının yanında birçok güzelliklerini de yaşadıktan sonra Urla’ma geri döndük. Urla’m.
                Kimine göre kaç yıldır yerinde sayıyor. Bir gelişemedi gitti. Kimine göre koskoca meydan projesinin (tartışılır bir proje) bitimi ile gelişmekte olan bir yer. Bana göre ise bazı yerlerin kaderi olan yaz aylarındaki nüfus artışından çok şükür henüz nasibini almamış, sahip olduğu doğal yapısı, tarihi, yeşili ve mavisi ile ayrı bir güzelliğe sahip Urla’m. Yaz kış mütevazi ve huzurlu bir hayat süren halkın ve esnafın iç içe yaşadığı denizde yatlarla değil de balıklar ve martılarla arkadaş olabildiği hatta İskele’de herhangi bir restorana oturduğunuzda kıyıya bağlanmış teknelerin arasında yükselen deniz fenerinin size neler anlatmak istediğini düşünürken çayınızı yada rakınızı zevkle yudumladığınız, dinleneceğiniz, doğanın tadını sindire sindire yaşayacağınız bir yer. Urla’yı yükseklerden bir yerlerden izleyip güzelliğine hayran olmak yerine içinde yaşayıp onu hissetmek, güzel bir duygu. SENİ SEVİYORUM URLA’M.

                                                                                                               BAHRİYE İPLİKÇİ



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder