URLA’M
Sabah erkenden neşe içinde yola çıkıyoruz. Virajlı yollardan
kıvrıla kıvrıla biraz korkarak, biraz heyecanlanarak denize kuş bakışı, Strabon‘un
“tanrı yarattığı kulun uzun ömürlü olmasını isterse; Datça yarımadasına
bırakır.” dediği yere doğru ilerliyoruz. Sakar geçidindeyiz: Aman tanrım. Rakım 670 m. Aşağıya bakmaya çekiniyoruz.
Ama o güzel manzaraya bakmaktan da kendimizi alamıyoruz. Altı saatlik bir
yolculuktan sonra eski Datça ‘ya varıyoruz.
Ayırtmış olduğumuz pansiyon badem ağaçları içinde doğa harikası bir yer.
Biraz dinlendikten sonra keşfe çıkıyoruz. Çok güzel bir köy kahvesi karşılıyor
bizi. İçinde güler yüzlü, sıcacık yürekli insanlar. Can Yücel’in oturup sohbet
ettiği yarım kalmış şarabını hala ağırladığı, onun anılarıyla yaşayan ve misafirleri
ile bu anıları paylaşan sıcacık bir kahve burası. Aynı sıcaklığı ve güzelliği
çevreyi gezdikten sonra da hissediyoruz. Taş döşeli sokakları ve seni
gördüğünde hoş geldin dercesine merhaba diyen insanları. Can Yücel’in burada
yaşamak istemesine şaşmamalı. Daha sonra büyük bir sabırsızlıkla yeni Datça’nın
yolunu tutuyoruz. Fakat bende ve kızımda öyle bir hayal kırıklığı yaratıyor ki
eski Datça’ya dönme arzusu doğuyor bizde. Ertesi gün Palamut Bük’üne, Hayıt Bük’üne
ve Knidos’a buram buram tarih ve kültür kokan şehre gidiyoruz. Efes’ten sonra
ikinci kültür kenti. O kadar bakımlı olmasa da büyük bir şehir olduğunu iki
tiyatroya sahip oluşundan anlıyorsunuz. Dönüşte Palamut Bük’ü ve Hayıt Bük’üne
uğruyoruz. Yüksekten o kadar güzel görünen bu doğanın içine girince çevre ve
gürültü kirliliğinden başka bir yer olmadığını görüyoruz. Fotoğraf çekmek
istiyorsunuz, şemsiyelerden ve şezlonglardan izin alıp öyle çekmeniz gerekiyor.
Denize gireceksiniz ancak bu seferde yatlardan izin almalısınız. Bir daha
anlıyorum ki nüfusun kalabalıklaşmasıyla maalesef doğanın güzelliği yok oluyor
ve galiba buna da turizm deniyor. Turizm bacasız fabrika olabilir ama, doğanın
güzelliğini, kültürel değerlerimizi tahrip edecek bir unsur olmamalıdır. Buna
izin verilmemelidir. Zengin olma umuduyla hırs yapan insanların her yerde otel
ya da restoran açılmasının yanlış olduğunun farkına varılmalıdır. Datça’nın bu
talihsiz durumlarının yanında birçok güzelliklerini de yaşadıktan sonra Urla’ma
geri döndük. Urla’m.
Kimine
göre kaç yıldır yerinde sayıyor. Bir gelişemedi gitti. Kimine göre koskoca
meydan projesinin (tartışılır bir proje) bitimi ile gelişmekte olan bir yer. Bana
göre ise bazı yerlerin kaderi olan yaz aylarındaki nüfus artışından çok şükür
henüz nasibini almamış, sahip olduğu doğal yapısı, tarihi, yeşili ve mavisi ile
ayrı bir güzelliğe sahip Urla’m. Yaz kış mütevazi ve huzurlu bir hayat süren halkın
ve esnafın iç içe yaşadığı denizde yatlarla değil de balıklar ve martılarla
arkadaş olabildiği hatta İskele’de herhangi bir restorana oturduğunuzda kıyıya
bağlanmış teknelerin arasında yükselen deniz fenerinin size neler anlatmak
istediğini düşünürken çayınızı yada rakınızı zevkle yudumladığınız, dinleneceğiniz,
doğanın tadını sindire sindire yaşayacağınız bir yer. Urla’yı yükseklerden bir
yerlerden izleyip güzelliğine hayran olmak yerine içinde yaşayıp onu hissetmek,
güzel bir duygu. SENİ SEVİYORUM URLA’M.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder