22 Aralık 2013 Pazar

KINA GECESİ


                                                                  KINA GECESİ
                 Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal iken pireler berber iken ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken Doğa Bağ Evi diye bir yer varmış, burası geleneksel yemeklerin, köy fırınında pişen ekmeklerin kokusuyla kendi doğal dekoru ile insanı büyüleyen bir yermiş. Nihat hocanın yeri de derlermiş buraya herkesi mutlu etmek için uğraşırmış Çocukları onun için çok değerliymiş. Çocukları kadar yeğenlerini de çok severmiş. Gel zaman git zaman çocuklar büyümüş. Yeğenlerinden Yıldız güzel mi güzel bir genç kız olmuş. Bu güzel kız bir gün evlenmeye karar vermiş. Aile çok sevinmiş. Sevdiğiyle evlenmesine izin vermişler. Düğün için hazırlıklar başlamış. Herkesi bir heyecan bir telaş sarmış ki sormayın. Alış veriş yapılmış,Davetiyeler basılmış dostlara dağıtılmış.Derken düğün zamanı gelmiş.Ama önce kına gecesi yapılacakmış.Herkes  bu  geceyi kutlamak için bir araya gelmiş.Bu gecede hüzün ve sevinç bir arada yaşanıyormuş.Çünkü gelin babasını yakın bir zamanda kaybetmiş.(Sevgili Ali abi nur içinde yat)Onun  yokluğu bütün herkesi hüzünlendirmiş. Bütün dostlar onun yokluğunu fark ettirmemek için aileye destek olmuş.
                O gece gelin, yüzünde pullu al duvak ve bindallı kıyafeti ile genç kızların söylediği türküler eşliğinde çıkagelmiş düğün yerine. Gümüş tepsi içinde getirilen kına, gelinin avucunun ortasına altın konulup ellerine yakılmış. Avucunun içindeki altınların maddiyattan çok manevi değeri varmış. Uğur ve bereketin simgesiymiş bu altınlar. Yaşadığı sürece de saklanırmış. Bu arada havada renga renk küçük mendiller uçuşmuş. Herkes bu mendillerden kapmaya çalışmış. Çünkü bunlar halay mendiliymiş. Gelinin annesi (Sevgili Benal)geleneklere ve göreneklere çok değer verdiği için kendi elleriyle lokumlar hazırlamış. Bu lokumlar bildiğimiz lokum değil halk arasında lokul adı verilen küçük parçalar halin deki kurabiyelermiş. Bunlarla beraber torbanın içinde çerezler ve eski arap kızı sakızları varmış. Durun daha bitmedi. Küçük küçük, renk renk, desen desen işlenmiş keseler dağıtılmış konuklara. Keselerin içinde maniler o günün anısına ait  geleneksel giysi giydirilmiş bebek anahtarlıklar varmış. Bu sırada gelin ile damatta o güzel sesleriyle konuklara türküler söylemişler. O gece herkes bir arada olmanın, gelenek ve görenekleri yaşamanın sevinci ile halay çekip oynamışlar. Gecenin sonunda Konuklara da genç çiftlere mutluluk dilemek kalmış.Bu masalda burada bitmiş.
                Adetlerin yavaş yavaş yok olup terk edildiği bir zamanda bize bu masal tadındaki güzellikleri yaşattığı için Gürsel ve Canbulat ailesine teşekkür ederim. Genç nesillere aktaracağımız o kadar güzel kültürel miraslarımız var ki. Hepsine sahip çıkmamız dileğiyle hoşça kalın.
                                                                                                                                    Bahriye İplikci

5 Kasım 2013 Salı

MEKİK OYASI ,FETHİYE TEYZE VE EFSANE


                                              





                                 
                                         

                                          MEKİK OYASI ,FETHİYE TEYZE VE EFSANE
               

          Oyalara olan tutkunluğum renginden mi, şeklinden mi, yoksa söylemek isteyip de söyleyemediklerimizi başörtüsüne işleyip dillendirdiğimiz duygulardan mı kaynaklanıyor bilmiyorum. Nerede oya yapan birini görsem yanına gider nasıl yaptığını öğrenmeye çalışır, yaptığı oya ile ilgili anısı olup olmadığını sorardım. Öyle çok anıları vardı ki.( Fakat bu anıları bu yazımda anlatmayacağım.) Yıllar önce Ahmetli’de tanıdığım Mardin’li bir komşumuz vardı. Oyalar onun elinde bazen erik çiçeği ile kocasına olan aşkını, bazen yumruk şeklinde yaptığı oya, kaynanasına olan kızgınlığını bazen de hayatını anlattığı çayır çimen oyası ile bir mektup olurdu. Anadolu kadının duygularını yansıtmak için yarattığı, keşfettiği güzel bir gelenekti oyalar. Her şeyin yok olduğu gibi bu gelenekte yok olup gidiyor günümüzde. Şimdilerde oyaların yerini elimizden hiç düşürmediğimiz cep telefonları ve lap toplar aldı. Yine de bu oyaları yapan, yaparken de büyük zevk alan kadınlarımız var elbette. Hele yüzündeki çizgilerle yaşadığı bütün yorgunlukları anlatan tatlı mı tatlı, sevimli, sakin ve mutlu Fethiye teyzem var. Birçok zorluklar yaşadığı halde sımsıkı sarılmış yaşamaya ve devam etmiş oya yapmaya. Hem de en zor olanından. Mekik oyası yapmış hep. Her zamanki gibi merak edip öğrenmeye çalıştım. Fakat Fethiye teyzemin elinin kıvraklığına yetişmek ne mümkün. Yılların verdiği alışkanlıkla mekiği ipin etrafında ivedilikle çeviriyor. Ben mekik oyasını yaptıkça Fethiye Teyzemin adını EFSANE koydum. Çünkü o ,bu zor oyayı ne kaynanasına kızgınlığını nede kocasına kırgınlığını anlatmak için yapmış.Bu oyaları sevdiklerinle paylaşıp onları sevindirmek ve ileride torunlarına  güzel hatıralar bırakmak için yapmış.Para ile asla satmamış.En önemlisi, o,paraya tapanlara inat, emeğini  paylaşarak ,PARA yerine DOST biriktirmeyi tercih etmiş. Sizce Fethiye teyzeme efsane demekle haksız mıyım?
                                                                                                                                        Bahriye İplikçi

15 Eylül 2013 Pazar

KÖSTEM ZEYTİNYAĞITEKNOLOJİ MÜZESİ



                                                                                                         
                               KÖSTEM ZEYTİNYAĞI TEKNOLOJİ   MÜZESİ
      Her insanın bir yaşam amacı vardır. Bu amaca ulaşmak için var gücüyle çalışır. Bu gücün adı emektir. Kimileri iyiye ulaşmak için, kimileri yapılan bu iyiliklerin önünü kesmek için çalışır. Kiminin parada gözü yoktur, tarihe doğaya, geleceğe, çevreye emek verir, kimileri ise tarihi, doğayı, geleceği  yakıp yıkıp yok ederek kendi menfaatleri için çalışır. Kimileride meyve veren ağacı taşlamak için epey  uğraşır. Yani insan, kendini içindeki güzellikleri ve çirkinlikleri yaptığı çalışma ile yansıtır.
                Ben bugüne kadar çalışarak elde ettiklerini satıp(evini,arabasını…..), insanlığa hizmet veren, bir müze açmak için uğraşan ama önüne her türlü engeller çıkarılan, sebepsiz şikayet edilen  emekten , KÖSTEM müzesinden söz etmek istiyorum . Dünyada 26 tane bulunan zeytinyağı müzesinin en büyüğünün kurulduğu Urla Uzunkuyu köyünde 4bin metrekarelik kapalı alanda yer alan bir müze  burası.  Müzede neler mi var? Önce harcanan çok büyük bir EMEK var. Sonra  zeytinin tarihi,zeytinyağı üretim teknolojileri,insan ve hayvan gücü kullanılarak üretilen zeytinyağından son sistem tesise  kadar her şey ,hatta müze içinde bir müze daha, sabun müzesi var.Peki bu müze kişiye  gelir sağlamak için mi kurulmuş?HAYIR. Çocuklarımızın ve kadınlarımızın el becerilerini geliştirip,gelire dönüştürebilmeleri için seramik,çömlek atölyeleri de var.Unutulmaya çoktan  yüz tutmuş mesleklerin odalar halinde canlandırıldığını bu müzede görebilir böylelikle  gelecek nesillerimiz daha iyi aydınlatılabilir.
                Hiçbir kişisel beklenti olmadan özveri ile kurulan bu müzenin ayakta durabilmesi için birde vakıf kuruluyor. Bu vakıf aracılığıyla müzede açılacak restoran ve diğer alanlardaki gelirlerle öğrencilere burs  verilecek. Peki bu kadar emekten, insanlığa hizmetten sonra,siz sözüm ona doğayı,tarihi seven insanlar ,siz bu müze için ne yapıyorsunuz?Her güzel,yararlı ve yeni oluşumu baltalamak ve kötülemek nedense adettendir.Özellikle Zeytinler köyü halkının bu müzenin kıymetini bileceğine inanmak istiyorum.Bu güzel emeği iyi değerlendirip yörelerine değer katacağını fark etmeliler.
                Sayın Levent Köstem, sevgili eşi Güler Köstemin ve genç yaşlarına rağmen her zaman yaptıkları ile ailesinin yanında olan, onlarla  gurur duyan çocukları Nilüfer ve Emrah Köstemin emeğine sağlık. Yapılan her güzel emeğe saygı duymanız , köstek değil destek olmanız dileği ile hoşça kalın.
                                                                                              BAHRİYE  İPLİKÇİ

27 Ağustos 2013 Salı

ANNEM



                                                                                                                                            
                                                               ANNEM
“Seviyorum sizi hem de çok seviyorum. Çocuklarımsınız benim, güzel çocuklarım.”derdi bize. Güven veren sıcacık masmavi gözleri, pamuk gibi küçücük marifetli elleri ile sımsıkı tutardı bizi. Öyle bir tutardı ki uçurumları hiç hissettirmezdi. Bir gün tutamaz oldu o marifetli pamuk elleri.”Hakkınızı helal edin” diyerek veda etti bize.
Sarıldı,sarıldı hep sarıldı.Önce hayata sonra babama daha sonra çocuklarına en sonda ölüme.O ;sevgi dolu,hayata bağlı,çiçeği,böceği,otu,insanı seven,marifetli, bana her şeyi öğretip sonrada huzur içinde giden mavi gözlü devimdi.O BENİM ANNEMDİ.


KAYBETMEK



                                                                                             

                                                               KAYBETMEK

                Sevdiğini kaybetmek. Nasıl anlatılır ki bu duygu? Herhangi bir şeyi kaybetmeye benzemiyor. Benzemiyor işte. Ayakta duramayacak kadar güçsüz ve yorgun.
                Onu son yolculuğuna uğurlarken yanında olduğunu hissettirecek kadar güçlü olabilmek. Ona sevdiğini haykırmak.”Bizi bırakma, yaşayacak çok şeyimiz vardı. Sen ben çocuklarımız. Ve torunlarımız. Yaşayacak çok şeyimiz vardı gitme.“Son duygusunun yürekleri parçaladığı bir anda onu toprağa vermek. Vermek ve sessizce uğurlamak. Ölümün soğuk yüzüyle tanışmak. İşte o an her şeyin bittiğini sanıp bir boşluğa salıvermek kendini . Kaybetmek bu olsa gerek. Hem sevdiğini hem kendini. Yaşamak. Asıl bundan sonra yaşamak. Bütün güçlüklere göğüs gererek. Kaybettiğin insanın hatırına yaşama sımsıkı sarılarak. Çocuklar için, sevdiğin içi, kendin için.
                Sevgili Nurdan, Onay ve İplikçi ailesinin, seni seven dostlarının her zaman yanında olacağına emin olmalısın.Sevgiyle kal . Güçlü  olman dileğiyle.
                “Kim bilir ölüm bir çilenin sona ermesi
                               Belki güzeldir, şu sefil dünyaya boş gözlerle bakmak.
                                               Ne çare ki sen varsın, o dünyada sen varsın.
                                                               Benim korkum ölüm değil,seni yalnız bırakmak.              
                                                                                              Ümit Yaşar Oğuzcan
                                                                                                                                             BAHRİYE  İPLİKÇİ
                                                                                                                                                                                                                                                          
                                                                                                             

19 Ağustos 2013 Pazartesi

ULAMIŞ’ TA ESEN TATLI RÜZGAR



                                            ULAMIŞ’ TA ESEN TATLI RÜZGAR


Öteden beri insanın yeteneğini , geleceğini yok eden tek şey yaşadığı çemberin içinden çıkamamasıdır. Tek bir alana yerleşip hapsolarak, yenilikleri reddetmek hatta ona başkalarının sunduğu güzel yararlı şeylere sırtını dönmek sanki insanın doğasında var. Kendi etrafına çevirdiği kale duvarlarının dışında neler olup bittiğini merak eden,oralarla bağ kurmak isteyen insan sayısı pek azdır nedense.Zordur çekip çıkarmak pek çoğumuzu bilindik,alıştığımız ortamlardan.Jüri üyeliği için Gündüz Polatkan’ın  sevgili eşi Cahide Polatkan ın ve  sırf dedi kodu olmasın diye yarışmaya girmeyen mütevazi köy muhtarı  Kadir Beyin tatlı  yarışmasına beni davet ettikleri Ulamış köyünde benzer bir örneği yaşadım.
O gün bu güzel insanları ilk defa görmeme rağmen yüzlerinden bir sorun olduğunu anlıyorum. Sonra öğreniyorum ki günler önce yarışma için belirlenen köy kahvesi son anda iptal edilmiş. Gündüz bey bundan dolayı  kahveciye biraz sitemkar  fakat tuttuğunu kopartır yapısı ve yaptığı işe olan saygısı yarışmanın gerçekleşmesi için çok önemli güvence oldu. Gözlemlerime devam ederken  bir anda kendimi kahvecinin yerine koyuyorum.  Ben kahveci olsaydım aynı sorumluluk bana verilseydi ne hoş olurdu diyorum kendi kendime. Kahveme değişik yerler den konuklar , belki de ilk defa annem,kardeşim,eşim ve komşu kızları  gelecek.Bu yarışma sayesinde kahvemde tezgahlar kurulacak ,köylüm buralarda  el emeğini satacak.Konuklar bunları görüp alacak.Köylüm para kazanırken kahvemde bol bol çay içilecek. Benimle sohbet edip köyüm hakkında bilgi alacak, karınları acıkanlar  bir şeyler alıp yiyecekler hatta benden ev yemeği  isteyecekler. Bende  yapabileceği en kolay şeyi annemden ya da komşumdan rica edip konuğumun karnını elbette ki para karşılığı doyuracağım. Çocuklar girip çıkacak. Sıcacık bir hava esecek kahvemde. Köylüm kağıt oynamak yerine köydeki  yeniliği canlılığı görüp destek verecek kendide kazanacak, böylelikle birliktelik doğacak. Tam bir panayır. Fakat hayal etmeyi bırakıp görevimin başına dönmeliydim. Arkadaşlarla yarışmanın yapılacağı yere gidiyoruz. Burası balonlarla süslenmiş pidecinin önündeki açık alan. Konukların ve jüri üyelerinin oturacağı sandalyeler de hazırlanmış sevimli bir yer olmuş. Yarışmaya katılanlar yavaş yavaş tatlıları ellerinde  geliyorlar. Görevli küçük kızlar tatlılara numara veriyor.Tüm katılımcılar tamamlandıktan sonra juri üyesi olarak Ebru sanatçısı  Güzin Kayır,seramik sanatçısı  Cangül Şimşek,sık sık methini işittiğim  Ulamış aşığı Şevket Meriç,ardından Halime Parlak katılamasa da vekili,ben ve jüri başkanı olarak Cahide Hanım hep birlikte yerlerimizi alıyoruz.
                 Gündüz Polatkan ın sunumuyla yarışma başlıyor. Yarışmacılar tek tek kendini tanıtıyor. Yaptıkları tatlılar hakkında bilgi verip, bizi etkilemeye çalışırlarken, tatlılarda lezzetleriyle kazanmak için kıyasıya damağımda mücadele ediyor. Karar vermek gerçekten zor olacağa benziyor. Puanlama yapmakta güçlük çekiyorum. Çünkü hepsi birbirinden güzel . Arada bir diğer jüri üyesi arkadaşlara bakıyorum onların da yüzlerinden zorlandıkları belli. Tatlıların,tadına bakmak çok güzel, puan vermek ise çok zor. Adil olabilmek  için özen gösteriyoruz. Son tatlıyı da tattıktan sonra puanları toplamaya geçiyoruz. Önce üç jüri üyesi puanları topluyoruz.Bir süprizle karşılaşıyoruz Sonuca inanamıyoruz. Tekrar topluyoruz. Sonuç aynı. Diğer jüri arkadaşlarımızla sonucu paylaşıyoruz onlarda şaşırıyor. Birbirimize şaşkın bakışlarla baksakta kazanan kişinin elinin emeği olduğunu ve hak ettiği konusunda hem fikiriz. Şaşkınlığımızın sebebi” ne “derseniz birinciliğe oturttuğumuz tatlının sahibinin geçen yıl yemek yarışmasında birincilik alan aynı isim olması.Fakat bu durum onun bu yarışmada da kazananmasına  engel değil.Çünkü yapmış olduğu şambali tatlısı bunu  gerçekten hak ediyor.Birincimiz Emine Hanımı tebrik ediyorum.
                Bir ara sevgili Cahide Hanımdan zeytinyağı fabrikasına gidileceğini duyuyorum. Bu güzel tatlı ziyafetinden sonra bir de zeytinyağı  kokusu ziyafetine katılacağım için heyecanlıyım.O anı sabırsızlıkla bekliyorum. Fakat küçük bir sorun çıkıyor karşımıza. Araba bir tane , biz altı kişiyiz. Belli etmesem de gidemeyeceğim diye kalbim yerinden çıkacak. Neyse ki devreye Kadir Bey  giriyor. O kadar mutlu oluyorum ki anlatamam. Bir kısmımız Gündüz Beyin arabasına bir kaçımızda Muhtar Kadir Beyin arabasına binip fabrikaya gidiyoruz. Arabadan iner inmez rüzgar kulağıma  Evliya Çelebinin Aydın ili için söylediği “Dağlarından yağ, ovalarından bal akar” sözünü  fısıldıyor.Bu güzel sözün sadece Aydın için değil Ege nin her tarafı için söyleneceğinin kanıtı sanki bu fabrika.. Burası mis gibi zeytin kokuyor. Öyle böyle değil. Keşke bu kokuyu şişeye doldurup parfüm olarak kullanmak mümkün olsaydı. Fabrikayı bize Burhan Bey gezdiriyor. Öyle sahiplenmiş ki fabrikayı anlatırken mutluluğu yüzünden okunuyor. İzmir in her yerinden, civar köylerden buraya zeytin geldiğini ve toplanan zeytinin yağının sadece %12 sinin kooperatife kaldığını söylüyor. Burası o kadar temiz üretim yapıyor ki değil İzmir ve civar köylerden memleketin her yerden gönül rahatlığıyla zeytin getirilebilir. Ayrıca mandalina reçeli ve enginar konservesi de yapılıyor. Burhan Bey, bize hazırladıkları mandalina reçellerinden hediye ediyor. Gösterdiği ilgiden dolayı kendisine teşekkür edip  oradan ayrılıyoruz.
Ben bu yarışma aracılığı ile çok güzel bir köy ve çok güzel insanlar tanıdım. İnşallah Ulamış yerlisi bu güzel fırsatları iyi değerlendirip bu güzel insanların, çalışmalarının kendi yörelerine değer katacağını fark ederler. Yarışma bittiği halde,bize köyü ve zeytinyağı fabrikasını tanıtmak için özel bir çaba harcayan bu güzel çift elbette,tam bir aydın sorumluluğu ile davrandılar.Çoğunlukla rastladığımız gibi, göstermelik bir yarışma ile işlerinin bittiğini düşünüp çekip gidebilirlerdi.Ama Polatkan çiftinin iyi niyetli çabaları dikkati çekmeyecek gibi değildi.Köyün çıkarlarına hizmet ettiler. Bundan sonra ulamış köyünün böyle olaylara daha sıcak bakması ve kendi yararına yapılan işlere sahip çıkması dileğiyle hoşça kalın . O gün yaşadığım her şey için Gündüz Beye , Cahide Hanıma,Kadir Beye ayrıca beni bu güzel insanlarla tanıştırdığı için sevgili arkadaşım Serap Bertan’a çok teşekkür ediyorum.
                                                                                  BAHRİYE İPLİKÇİ

18 Ağustos 2013 Pazar


                                   URLA ÜRETİCİ KADIN PAZARI

                                                                                                                   

                Uzun süredir gecemi gündüzüme katıp, bir türlü son noktayı koyamadığım bir çalışmamı bitirmek için uğraşıp duruyorum. Çok yoruluyor fakat dinlenmek için bütün fırsatları değerlendiriyorum. En iyi dinlenmek benim için insanlarla iletişim kurmak sohbet etmek ve gözlemlemek. Ne yapsam da biraz bilgisayardan uzaklaşsam diye düşünürken arkadaşlar beni Urla Üretici Kadın Pazarına girmem için ikna etti. Çokta iyi yaptılar. Civar köylerden ve Urla’ dan katılan bu kadar çok insanı bir arada görmek benim için bulunmaz bir nimet.Her cumartesi katıldığım pazarda milletimin efendisi olan (köyden gelen)güzel arkadaşlarımla sohbet edip bir bardak çay içmek bana keyif veriyor.Farklı insanları tanımaksa ayrı bir mutluluk.Gerçi bu mutluluk bazı kişiler tarafından kabusa dönüşebiliyor.Hani sorun yokken sorun yaratan insanlar vardır.Kendi egolarını tatmin etmek için hırslanan, hırslandıkça hata yapan,hatalarından dolayı da bir çuval inciri berbat ve eden etrafındaki insanları çil yavrusu gibi dağıtan zavallı insanlardır mesela bunlar. Bu tarz insanlara, karşı   örnek verilebilecek birini tanıdım bu pazarda. Bu kadar çok kadını idare edebilen, bir arada tutmayı başaran, sözünü dinlettiren , nasıl lider olunabileceğini gösteren ,küçücük,sevimli bir kız.Adı GÜLÇİN.O, önce insan olmayı başarmış,sonra yerine getirmek için kendisine verilen imkanları ve görevleri ,belli bir saygı çerçevesinde insanların üzerinde hissettirdiği liderliği egolarına yenik düşmeden,layığıyla yerine getiren ender insanlardan biri.Hepimiz seni seviyoruz Gülçin. İnşallah Gülçin in bu sabırlı ve sevecen halini üretici arkadaşlar tüketmezler. Çünkü pazarın biraz temiz bakılması, yerlerde çer çöp bırakılmaması gerekiyor. Hele hele birbirimize olan saygıyı asla yitirmememiz çok önemli. Bu arada Sayın Belediye Başkanı Selçuk Karaosmanoğlu ve sevgili eşi Feyza Hanımın bu pazar için göstermiş olduğu çabaları da görmezden gelemeyiz . Her hafta bir etkinlik, her hafta bir panel,her hafta ziyaretçiler.Gerçekten çok büyük bir çaba gösteriyorlar. Pazara geldiklerinde herkesten bir şey alma gayreti ise gözden kaçırılacak gibi değil. Hatta sadece yiyecek satıldığı için üzülen(bu konu ile ilgili sorunları 19 Mayıs 2012 tarihinde yayınlanan köşemde dile getirmiştim) takı, örgü, dantel, iğne oyası satan arkadaşlarımın bile yüzünün güldüğünü yani satış yapabildiklerini görüyorum. Karaosmanoğlu çiftine teşekkür ediyorum. Bizlere değer verdikleri için, bu Pazar aracılığıyla  Urla yı tanıtıp, birçok insana gelir sağladıkları için. Fakat üretici bayanların ortak bir isteklerinin olduğu,  dile getiremedikleri bir durumu da söylemeden geçemeyeceğim. Pazarın olduğu bina çok güzel korunaklı.Kışın soğuktan, yağmurdan,rüzgardan  bizleri koruyor.Yazında mutlaka sıcaktan koruyacak.Fakat pazara gelenlerin çoğu ne alacaksa hemen alıp çıkıyor ,en azından aldığı  böreği,katmeri bir yerde oturup (bir yerde oturup aldıklarını yiyebilmek oraya gelen müşterilerinde talebi) biraz olsun yiyecek dışında neler alınabilir diye bakacak zamanları olsa.Hem Urla meydanına hareket gelir hem esnaf hareketlenir hem de el emekleri için açık havada pazarda dolaşmaya daha çok zaman ayrılır.Yazın kısa bir süre için meydana çıkılamaz mı?Karar sizin başkanım.
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                         BAHRİYE İPLİKÇİ

14 Ağustos 2013 Çarşamba




URLA’M                                                                                                        
Sabah erkenden neşe içinde yola çıkıyoruz. Virajlı yollardan kıvrıla kıvrıla biraz korkarak, biraz heyecanlanarak denize kuş bakışı, Strabon‘un “tanrı yarattığı kulun uzun ömürlü olmasını isterse; Datça yarımadasına bırakır.” dediği yere doğru ilerliyoruz. Sakar geçidindeyiz:  Aman tanrım. Rakım 670 m. Aşağıya bakmaya çekiniyoruz. Ama o güzel manzaraya bakmaktan da kendimizi alamıyoruz. Altı saatlik bir yolculuktan sonra eski Datça ‘ya varıyoruz.  Ayırtmış olduğumuz pansiyon badem ağaçları içinde doğa harikası bir yer. Biraz dinlendikten sonra keşfe çıkıyoruz. Çok güzel bir köy kahvesi karşılıyor bizi. İçinde güler yüzlü, sıcacık yürekli insanlar. Can Yücel’in oturup sohbet ettiği yarım kalmış şarabını hala ağırladığı, onun anılarıyla yaşayan ve misafirleri ile bu anıları paylaşan sıcacık bir kahve burası. Aynı sıcaklığı ve güzelliği çevreyi gezdikten sonra da hissediyoruz. Taş döşeli sokakları ve seni gördüğünde hoş geldin dercesine merhaba diyen insanları. Can Yücel’in burada yaşamak istemesine şaşmamalı. Daha sonra büyük bir sabırsızlıkla yeni Datça’nın yolunu tutuyoruz. Fakat bende ve kızımda öyle bir hayal kırıklığı yaratıyor ki eski Datça’ya dönme arzusu doğuyor bizde. Ertesi gün Palamut Bük’üne, Hayıt Bük’üne ve Knidos’a buram buram tarih ve kültür kokan şehre gidiyoruz. Efes’ten sonra ikinci kültür kenti. O kadar bakımlı olmasa da büyük bir şehir olduğunu iki tiyatroya sahip oluşundan anlıyorsunuz. Dönüşte Palamut Bük’ü ve Hayıt Bük’üne uğruyoruz. Yüksekten o kadar güzel görünen bu doğanın içine girince çevre ve gürültü kirliliğinden başka bir yer olmadığını görüyoruz. Fotoğraf çekmek istiyorsunuz, şemsiyelerden ve şezlonglardan izin alıp öyle çekmeniz gerekiyor. Denize gireceksiniz ancak bu seferde yatlardan izin almalısınız. Bir daha anlıyorum ki nüfusun kalabalıklaşmasıyla maalesef doğanın güzelliği yok oluyor ve galiba buna da turizm deniyor. Turizm bacasız fabrika olabilir ama, doğanın güzelliğini, kültürel değerlerimizi tahrip edecek bir unsur olmamalıdır. Buna izin verilmemelidir. Zengin olma umuduyla hırs yapan insanların her yerde otel ya da restoran açılmasının yanlış olduğunun farkına varılmalıdır. Datça’nın bu talihsiz durumlarının yanında birçok güzelliklerini de yaşadıktan sonra Urla’ma geri döndük. Urla’m.
                Kimine göre kaç yıldır yerinde sayıyor. Bir gelişemedi gitti. Kimine göre koskoca meydan projesinin (tartışılır bir proje) bitimi ile gelişmekte olan bir yer. Bana göre ise bazı yerlerin kaderi olan yaz aylarındaki nüfus artışından çok şükür henüz nasibini almamış, sahip olduğu doğal yapısı, tarihi, yeşili ve mavisi ile ayrı bir güzelliğe sahip Urla’m. Yaz kış mütevazi ve huzurlu bir hayat süren halkın ve esnafın iç içe yaşadığı denizde yatlarla değil de balıklar ve martılarla arkadaş olabildiği hatta İskele’de herhangi bir restorana oturduğunuzda kıyıya bağlanmış teknelerin arasında yükselen deniz fenerinin size neler anlatmak istediğini düşünürken çayınızı yada rakınızı zevkle yudumladığınız, dinleneceğiniz, doğanın tadını sindire sindire yaşayacağınız bir yer. Urla’yı yükseklerden bir yerlerden izleyip güzelliğine hayran olmak yerine içinde yaşayıp onu hissetmek, güzel bir duygu. SENİ SEVİYORUM URLA’M.

                                                                                                               BAHRİYE İPLİKÇİ



11 Ağustos 2013 Pazar

RÜZGAR ANANIN TEPELERDEKİ ÇALIŞKAN ÇOCUKLARI



                                                                             
RÜZGAR ANANIN TEPELERDEKİ ÇALIŞKAN ÇOCUKLARI
YELDEĞİRMENLERİMİZ
                Önce  Bodrum  sonra Foça  daha sonra da Datça. Buruk bir hüzün yaşadım hep buralarda. Yukarıdan şehre bakan yel değirmenlerinin yok olup gidişi ve veda edişi hep üzdü beni. Oysaki ne yaşanmışlıklar vardı buralarda. Değirmenci ununu öğütürken ne türküler söyledi adına, ne sohbetler edildi, ne sevdalar anlatıldı kanatlarının altında kim bilir? Oysa şimdi öyle kötü durumdalar ki. Bir gün kızım beş yaşında iken bana şöyle demişti “bu evlerin kolları bacakları kırılmış” O yaştaki çocuğun ne demek istediğini anlamak zor değildi elbette. Bu silindirik görünümlü heybetli yapıları ev olarak değerlendirmiş kapısının kırık çatısının uçmuş kanatlarının ise iskelet gibi çıplak olmasından dolayı bu benzetmeyi yapmıştı. Haksızda değildi. Dokunsanız bina yok olup gidecek. Öyle virandı ki. Sanki üzerinize yıkılacakmış gibi. Seçim furyasında korumaya alınıp sonra unutup yok ettiğimiz yel değirmenlerinin eski eser kapsamına alınmayıp kaderine terk edilmesini bir türlü anlayamadım.
                Neyse ki şimdilerde bunları korumaya gönül vermiş belediye başkanlarımız ve kültür mirasımızın kadrini kıymetini bilen onlara kıyamayan gönüllü bireyler de var. Foça’da yel değirmenleri restore edilerek kent yaşamına kazandırılıyor. Ayrıca Alaçatı’ da da yapılan çalışmalar var. Belediyenin sponsorluğunda  Umart  mimarlığın çalışmaları ile dört yel değirmeninin restorasyonu  yürütülüyor. Bunlardan bir tanesi tam anlamıyla aslına uygun, çatısı rüzgarın yönüne göre dönebiliyor ve un öğüte biliyor. Bu değirmenin çalışma şeklinin araştırmasını ve çizimlerini Ali Ertan İplikçi ve yapım işini de Kani Kurt usta gerçekleştirdi.
                Yel değirmenleri için belediyelerimizin desteğine, korumak adına paranın ve ismin peşinde olmadan çalışanların emeğine ve yüreğine sağlık. Kültür değerlerimizin korunması dileğiyle. Hoşça kalın.
                NOT:Eğer sizde benim gibi çatısının rüzgarın yönüne doğru  nasıl döndüğünü merak edip bütün bir gece uyuyamasanız  Ali  Ertan İplikçiden öğrenebilirsiniz.
                                                                                                                                   BAHRİYE İPLİKÇİ

YAZMAK


                                                                            


                                                 YAZMAK
         Yazmak. Vazgeçemediğim mutluluğum. Ortaokul yıllarından beri gözlemlediğim, hissettiğim, yaşadığım bütün olayların karşısında, patlayan duygularımı dile getiren,  kelimelerin ve cümlelerin peşinden koştum hep. Bu duygular yüzünden; bazen, takdir edildim bazen de tehdit edilip gözdağı verildim. Olumsuzluklar, duygularımı dile getiren yazılarımı yazmamı engelleyemediği gibi iyi şeyleri yaşamamada vesile oldu. Yaşadığım bütün olumlu olumsuz duyguları sizlerle paylaşmaktan zevk aldım.
         Bundan sonra da “bahriye iplikçi.blogspot.com” diye tıklayacağınız internet bloğumda yazılarımı, araştırmalarımı sizlerle paylaşacağım. Paylaştığım yazıları zevkle okuyacağınızdan  eminim. Eleştirileriniz bana güç verip ,  beni besleyecektir. Sevgiyle Kalın
                                                         BAHRİYE   İPLİKCİ